Yeni Üyelik Haber bülteni üyeliği |
SON GÜNLERİ VE ÖLÜMÜ Buda'nın yaşamının son üç ayı ve ölümü Maha-Paranib-bana Sutta (Skr: Maha-P aranır vana Sutra) adlı metinde oldukça ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Kuşkusuz birbirine benzer yıllarda geçen, birbirine benzer olayların unutulmuş, ama Buda'nın son günlerindeki olayların ve, son sözlerinin unutulmayıp özenle belleklerde saklanmış olmasından daha doğal bir şey olamazdı. Buda son yağmur mevsiminde öğrencilerinden ayrılmak ve yalnız kalmak istemiş. Ananda'yla birlikte yağmur mevsimini Beluva'da geçirdiği sırada ağır ve ciddi bir hastalığa tutulmuş. Ananda, Buda'nın öleceğini sanıp büyük bir üzüntüye kaptırmış kendini, ama bir yandan da Buda'nın toplulukla ilgili konularda buyruklarını bildirmeden, önerilerde bulunmadan aralarından ayrılmayacağını düşünerek biraz olsun üzüntüsünü hafifletebilmiş. Buda bir süre sonra harcadığı büyük bir çaba sonucu hastalığı alt etmeyi başarmış. Ananda, Buda'nın kendini toparladığını görünce, hastalığı sırasındaki üzüntülerini, korkularını ve bunları yenmek için hangi düşüncelerde avuntu aradığını anlatmadan edememiş. Buda'nın Ananda'ya yanıtı öğretisinin kısa bir özeti sayılabilecek şu sözler: «Ananda! Öğrencilerimin ya da topluluğun benden bekleyecekleri bir şey kaldı mı? Ben öğretimi kimseden bir şey saklamadan, olabildiğince açıklıkla yaymaya çalıştım. İçrek (esoteric), dışrak (exoteric) ayırımı yapmadım. Gerçeğin öğretisini hiç bir sınır koymadan açıklamak için elimden geleni yaptım. Bildiğini kendine saklayan bir öğretmen gibi davranmadım. Eğer içinizden biri, 'topluluğu ben yöneteceğim', diyorsa ya da 'topluluk benim buyruklarıma uymalıdır,' diye bir düşüncesi varsa, kendi niyetlerini topluluğa duyurabilir. Ben niçin toplulukla ilgili önerilerde bulunayım? Benim görevim bitti. Yaşamının son günlerine gelmiş bir ihtiyarım. Seksen yaşına eriştim. Eskimiş bir arabayı nasıl ancak şurasını burasını sırımlarla bağlayarak çalışır durumda tutabilirlerse, benim gövdem de ancak sargılarla sarılıp sarmalanıp bir arada tutulabiliyor. Ancak kendi dışımdaki konularla ilgiyi kesip maddesel hiç bir şeyin zihin dinginliğimi bozmasına izin vermediğim sürece bedenim dinlenebiliyor.» «Onun için Ananda sana söyleyebileceğim şu: Kendiniz kendinize ışık olun, dışınızda olan, dışınızdan gelebilecek hiç bir şeyden destek, dayanak aramayın. Kendinize yalnız gerçeği ışık yapın. Kendi dışınızda hiç, ama hiç kimseden destek, dayanak aramayın, ister şimdi, ister ben öldükten sonra, kendilerine kendi ışık olan, dışta bir destek, dayanak aramayan, ışık olarak yalnızca gerçeğe tutunup, gerçeğe güvenen, kendilerinden başka kim olursa, olsun, kimseden destek aramayanlar yolun sonuna, tepenin doruğuna ulaşabilirler, gerçeğe erebilirler. Yeter ki yılmadan, usanmadan oraya varmak için çaba harcasınlar.» (29) Başka bir kez de Ananda'ya öleceği günün yaklaşmış olduğundan söz edecek olmuş. Ananda çok üzülmüş ve Buda'ya ölmemesi için yalvarmaya başlamış. Buda, Ananda' ya çıkışmış «Ben daha önce de söylemedim mi?» demiş «Sevdiğimiz yanımızdan ayırmak istemediğimiz hiç bir şey yok ki bir gün gelip ya onlar bizden ya biz onlardan ayrılmayalım. Doğanın yapısı böyledir. Nasıl olur da Ananda doğmuş olan, varlığa dönüşmüş, büyüyüp gelişmiş bir şey, sonunda çözüşüp yok olmasın. Böyle bir şey olabilir mi?» «Evet Ananda, üç ayın sonunda öleceğim. Yaşam olarak bende ne kaldıysa hepsi yok olacak.» Ananda kendilerini bırakmaması için yeniden yalvarmışsa da Buda'nın kesin yanıtı, «Başka türlüsü olamaz,» sözleri olmuş. Sonra Kutagara' daki büyük ormandaki toplantı yerine gitmişler, Buda'nın öğrencileri, yandaşları oraya geldiğini duyup gelmişler, çevresinde toplanmışlar. Buda söze başlamış «Bileşik olan her şey sonunda yaşlanıp, eskiyip, çözüşmekten, dağılmaktan, yok olmaktan kendini kurtaramaz. Kurtuluşunuzu sağlamak için çaba harcayınız,» demiş ve üç ay sonunda öleceği haberini yinelemiş. Bir süre sonra Buda, Pava'ya gitmiş babadan dededen soy sop demirci olan Cunda'nın mango fidanlığında konaklamış. Cunda haberi alınca hemen fidanlığa koşup Buda'yı ve yandaşlarını ertesi gün için yemeğe çağırmış. Buda'ya pek özel yemekler yaptırtmış. Yemekler arasında domuz etinden yapılmış bir yahni de varmış.(30) Yemekten sonra Buda birden fenalaşmış, Gene de kendini bırakıp koyvermemiş. Biraz da zorlanarak kuvvetini toplamış. Ananda' ya «Hadi! Kusinara'ya gidelim,» demiş. Bir süre yol aldıktan sonra Buda bir ırmak kenarında dinlenmek istemiş, O sırada Ananda'ya «Bana yedirdiği yemek yüzünden kimsenin demirci Cunda'dan kötü söz etmesini istemiyorum,» demiş. «Belki son yemeğini Cunda'nın evinde yedikten sonra ustamız öldü diyenler çıkabilir. Böyle söylenmesini istemem. Bunun tam tersine bana sunulan çok değerli iki yemek vardır. Birincisi tam ve aşılmaz aydınlanmaya ulaşmamdan önceki, öteki de ölümümden önce Cunda'ın bana sunduğu bu yemek. Onun için Cundaya uzun ömür, bol para, iyi şöhret ve iyi bir genedoğum diliyorum, Cunda'nın yürek ezikliği ve pişmanlık çekmesini istemem,» demiş. Sonra Kusinara' ya Malla'ların Şala Koruluğuna gitmişler. Buda, Ananda'ya, «Şu örtüyü dörde katlayıp başı Kuzeye bakacak biçimde karşımdaki ikiz şala ağaçlarının arasına seriver yatayım, çok yorgunluk duyuyorum,» demiş ve Ananda'nın ikiz şala ağaçları arasına yaptığı döşeğe uzanmış. İkiz şala ağaçları mevsimi olmamakla birlikte baştan başa çiçek içindeymiş. Çiçeklerin yaprakları bir yağmur gibi Buda'nın üstüne dökülüyorlarmış. Yavaş yavaş haberi duyan öğrenciler, yandaşlar, topluluğun kadın üyeleri Buda'nın çevresinde toplanmaya başlamışlar. Ananda bir ara Buda'nın yanından ayrılmış bir kenara çekilmiş «Ben bugüne dek bir öğrenci olarak kaldım. Bundan sonra da kendimi yüceltmenin yolunu kendim arayıp, kendim bulmam gerekiyor. Bize o kadar iyi davranan ustamız bizi bırakıyor,» diye düşünüp ağlıyormuş. Buda, Ananda'nın yanından ayrıldığını farkedince Ananda'yı çağırtmış, Ananda'nın ağladığım görünce de «Yeter Ananda! Kendini üzüp durma ağlamayı bırak» demiş. «Ben sana daha önce de kaç kere söyledim. Sevdiğimiz, yanımızdan ayırmak istemediğimiz hiç bir şey yok ki bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz onlardan ayrılmayalım. Doğanın yapısı böyledir. Nasıl olur da doğmuş, varlığa dönüşmüş, büyüyüp gelişmiş bir şey, sonunda çözüşüp yok olmasın? Uzun bir süredir bana göstermiş olduğun sevgi, bağlılık ve iyilik her türlü övgünün üstündedir. Yapılabileceklerin en iyisini yaptın. Çabalarında içtenliğini bırakma, sonunda sen de nefis sarhoşluğundan, benlik, bireylik yanılgısından kendini kurtaracaksın,» demiş. Sonra da topluluk önünde Ananda'nın hizmetlerini övmüş. Bir ara gene Ananda'ya seslenmiş. «Ananda! Kusinara'ya git. Kusinara beyleri Malla'lara haber ilet. Ölmek üzere olduğumu bildir. Sonra Buda köyümüzde öldü de, son kez gidip onu göremedik diye yerinmesinler,» demiş. Haberi alınca Kusinara beyleri Malla'lar kadın, erkek, çoluk çocuk hepsi Şala Koruluğuna gelmişler. Ananda her aileyi ayrı ayrı Buda'yla tanıştırmış. Bu arada Subhadda adında başka bir öğretinin üyesi olan bir derviş Buda'nın ölmek üzere olduğu haberini alıp gelmiş. Ananda'yı bulup Buda'yla görüşmek istediğini söylemiş. Ama Ananda, Buda' nın ölüm döşeğinde tedirgin edilmesini istemediğinden dervişin Buda'yla görüşmesine izin vermek istemiyormuş. İkisinin arasındaki konuşmayı uzaktan duyan Buda, Ananda' ya seslenmiş Subhadda'nın yanına gelmesine engel olmamasını istemiş. Subhadda'nın, Buda'dan öğrenmek istediği şey, Cainizm'in kurucusu Vardhamana gibi ya da Sariputta ve Mogallana'nın eski öğretmenleri Sancaya gibi, Makhali Gosola ve daha başkaları gibi, pek çok kimsenin doğru yolu bulmuş olduklarına inanıp saygı gösterdikleri ustaların gerçekten doğru yolu bulmuş olup olmadıkları, ya da hiç olmazsa aralarında doğru yolu bulanlar olup olmadığıymış. Buda demiş ki: «Sözünü ettiğin ustaların öğretileri ne olursa olsun gerçeğe ve aydınlanmaya götüren sekiz basamaklı yüce yolu bulmuş değiller. Ama aramızda bu yoldan giderek aydınlanmayı başarmış, gerçeğe ermiş pek çok kimse var. Onun için öteki ustaların öğretileri de, ermişlikleri de geçersizdir. Bu yolun dışında kurtuluş yolu yoktur. Bu yol var oldukça dünya aydınlanmış, gerçeğe ermiş kimselerden yoksun kalmayacaktır.» Bu sözler Subhadda'nın kuşkularını gidermeye yetmiş ve hemen orada topluluğa katılmış, böylece de Subhadda, Buda'nın kendisini yola koyduğu son öğrencisi olmuş. Buda daha sonra çevresinde toplanan öğrencilerine, yandaşlarına, «Ola ki aranızda Buda ya da öğreti (dharma) veya örgüt (sangha) konularında bana soracak bir sorusu olan vardır. Şimdi çekinmeden sorunuz. Sonradan, Ustamızla yüzyüze olduğumuz dönemlerde sorup anlayamadık diye yerinmeyiniz,» demiş. Sözlerini üç kez tekrarlamış. Ama soru soran çıkmamış. Ananda «Bu ne güzel, ne olağanüstü bir şey, bütün bu örgüt içinde Buda, dharma ya da sangha konusunda en küçük bir kuşkusu olan bir kimse bile kalmamış» diyerek sevincini belirtmiş. Buda gene dervişlere seslenmiş, «Dervişler! Bu söze kulak verin! Bileşik olan her şey, er geç çözüşüp yok olacaktır. Kendi kurtuluşunuzu kendiniz sağlayınız,» demiş ve bu sözler Buda'nın son sözleri olmuş, kısa bir süre sonra ölmüş. Dervişlerden bir bölümü Buda'nın öldüğünü anlayınca ağlayıp bağırmaya, kendilerini yerden yere atmaya başlamışlar. Anuruddha adlı derviş ileri atılmış. «Yeter dervişler!» demiş. «Ağlamayı kesin, yas da yok. Ustamız bize, 'sevdiğiniz, yanınızdan ayırmak istemediğiniz hiç bir şey yok ki bir gün gelip ya onlar sizden ya siz onlardan ayrılmayasınız. Doğanın yapısı böyledir' diye söylememiş miydi?» diyerek dervişleri, yatıştırmaya çalışmış. Ertesi gün Ananda, Kusinara beyleri Malla'lara Buda' nın ölüm haberini iletmiş, Buda'ya ününe, şanına yaraşacak bir cenaze töreni düzenlenmiş. Yedi gün süresince Buda'nın ölüsüne her türlü saygı gösterisi yapılmış. Yedinci gün cesedi görkemli bir cenaze alayıyla yakılacağı yere getirilmiş güzel kokular çıkararak yanan bir odun yığınının üstüne yerleştirilmiş, Malla'ların başta gelenlerinden dört kişi ateşi yakmak görevini üstlenmişler ama her ne yaptılarsa da odunlar ateş almamış. Bu arada Mahakasyapa'yla topluluktan olan beş yüz derviş Buda'ya son saygılarını sunmak üzere Pava'dan Kusinara'ya gelmek için yola çıkmışlar. Mahakasyapa'yla dervişler yetişip de saygı görevlerini yerine getirdikten sonra odunlar kendiliklerinden ateş alıp yanmaya başlamış. Buda'nın etleri yanıp da yalnızca kemikleri kalınca bir yağmur boşanıp ateşi söndürmüş, bir yandan da Malla'lar güzel kokulu sular serperek ateşin sönmesine yardımcı olmuşlar. Buda'nın kemikleri köyün toplantı odasında mızraklardan yapılmış bir kafes üstünde yedi gün süresince herkesin gelip saygı duruşunda bulunması için sergilenmiş. (31) Kral Acataşatru, Kapilavastu'lu Şakya'lar, Vaişali'li Licchavi'ler, Ramagama'lı Koliyas'lar Vethadipa'lı brahman'lar ve Kusinara'lı Malla'lar hepsi Buda'nın kalıntıları üzerinde hak istemişler. Kalıntıları alıp üstüne bir höyük yapmak istiyorlarmış. Malla'lar Buda'nın kendi köylerinde öldüğünü ileri sürüp kalıntıları hiç kimseye vermek istememişler. O zaman Dona adında bir brahman çıkmış. «Buda, isteklerden tutkulardan kurtulmayı öğütlemiyor muydu?» diye sormuş. Sonra da kalıntıların sekize bölünüp hak isteyenler arasında paylaşılmasını, böylelikle hepsinin Buda'nın anısına bir anıt yapabileceklerini söylemiş. Dona'nın önerisini kabul etmişler ve kalıntılar üzerine sekiz ayrı yerde anıt yapmışlar. Bir anıt da Buda'nın küllerinin üstüne, başka bir anıt da kalıntıların içine konduğu kap üstüne yapılmış. (32)
KAYNAKÇA VE NOTLAR (29) Bu bildirinin yinelenmesi için aradan yirmi beş yüzyılın geçmesi gerekti. Benzer bir bildiriyi Whitman'da Nietzsche ve Freud'de buluyoruz. Çeviri için Krs. A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 76 - 77; H. Oldenberg, Le Bouddha, S. 220 - 221; Asaf Halet Çelebi. Gotama Buddha, S. 258 - 259. (30) İlk kez Batılı Hindbilimciler Buda'nın yediği yemeğin domuz olup, olmadığından kuşku duydular. Metinlerde geçen (sukaramaddavam) sözcüğünün yalnızca domuz yahnisi anlamına gelmediğini ayni zamanda mantar köklerinden yapılan bir yemeğe de bu adın verildiğini savundular. Ancak Budist yaşam kurallarına göre kurban eti olmamak koşuluyla başka bir kimsenin hazırladığı ve sunduğu eti yemekte bir sakınca yoktur (Albert Schweitzer, Les Grands Penseur de i'Inde, S. 79 - 80) (31) Kutsal kalıntılara, özellikle din büyüklerinin kemiklerine tapınma, kuşkusuz ilkel fetişizm'den kalan ama hemen bütün dinlerde günümüze dek geçerliliğini sürdüren bir uygulama. (32) Bkz. A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 89.
İlhan Güngören' den aktarılmıştır.
|
|
Copyright © 2005 Uzerine.com
uzerine.com Ana Sayfa |
Gizlilik Sözleşmesi |
Üye Girişi